Gülistan Karasu
Hayat yolculuğunda ilerlemenin yolunu ararken yazmanın iyi hissettirdiğini, iyileştirdiğini keşfeden bir kâşif.

Terk edilmiş bir adam

Terk edilmiş bir adam

Son zamanlarda soğukluğunun farkındaydım. Buluşma tekliflerimi geri çevirmesi sıklaşmıştı. Oysa ne güzel planlar yapıyordum. Özenli olacaktın böyle içli duygusal kadınlara. Harcadığın zaman ve emek kalbini yerinden çıkartacak gibi çarptıracak, ayaklarını yerden kesecekti.

Ne gezer?

Evlenelim diye tutturdu Hülya. Karnıma yumruk yemiş gibi oldum.  Hayatın tadını çıkarmak varken sorumluluk almanın ne gereği vardı şimdi?

“Bir imza eksik aramızda, önemli olan mutluluğumuz” dedim

“Ofisteki temizlikçi kız düğün davetiyesi dağıttı bugün, öyle gözüme sokarak. Alay eder gibi, bak ben evleniyorum sen evde kaldın der gibi, kız kurusu olacaksın der gibi” dedi ve gitti Hülya.

Gidiş o gidiş.

Aradan altı ay geçti kendi düğün davetiyesini ve müstakbel kocasıyla fotoğrafını paylaşmış. Nerden mi biliyorum? Bizi tanıştıran Mesut ekran görüntüsü atmış. Canım sıkıldı valla. İnadına başkasıyla evleniyor işte.

O’nu seviyordum. Sırf yakışıklı görünmek için bıyıklarımı bile boyatmıştım.  Boyalı bıyık imzanın yerini tutmuyormuş, marifet kılda değilmiş bak yanındakine, keltoş!

Böyle düşünürken yeni gelen mesajı açtım. Mesut; Ümit Besen’in nikâh masası şarkısını göndermiş. Dalga geçer gibi. Hem dinledim hem söyledim. Üzüldüm üzülmesine de acıkmıştım. Hülya olsa ne güzel yemek yapardı bana.

Kaynayan tencereye bakarken boş paketin üstündeki yazıyı tekrarlıyorum zihnimden Nuh’un Ankara Makarnası Nuh’un Ankara Makarnası…  Nuh’un gemisi aklıma geldi birden.  Tufandan sonra Ağrı dağının zirvesine yorgun bir kuş gibi konduğunu düşünürdüm ilk duyduğumdan beri.

Doğubayazıt’a gittiğimde yirmili yaşlarımın başındaydım.  Ağabeyime erzak kolisi götürmüş, gitmişken bir haftaya yakın kalmıştım.

Tamamen buz tutmuş Balık Gölü kıyısında, çatısı karla kaplı, ısı kaybetmesin diye penceresine muşamba çakılmış, sundurmasında sarı Japon feneri asılı ağaç kulübede anlatmışlardı Nuh Tufanını.

Ben bunları düşünürken makarna kaynaya kaynaya hamur olmuş. Olduğu gibi çöpe attım.  Mesut’u aradım.

-Rakı balık mı yapsak

-Yapalım be birader

Her zaman gittiğimiz yere gittik. Keyifim yerine gelmişti. Bir an yan masaya gözüm kaydı. Şu sarışın bana mı bakıyordu. Kaldırdım kadehimi bende ona bakarak.

Mesut’un gözünden kaçar mı hiç? Pis pis sırıtmaya başladı. Mevsim kış olsa da sanki bana bahar gelmiş gibiydi. En iyisi yarın gidip bıyıklarımı boyatayım.

 

……..

 

-Bıyıklarını mı boyatacaksın?

-Düşünüyorum sanmıştım, konuştum mu?

-Ya birader sen her halinle iyisin boş ver.

-Mesut kendimi iyi hissetmeye ihtiyacım var. Fark etmişsindir şu masadaki sarışın bana bakıyor.

-Hülya’dan sonra seni yeniden sahalarda görmek ne güzel.

-Dur oğlum bize doğru geliyor.

-Lavaboya gidiyor.

-Aman gelmesin zaten o boy ne öyle, parmak ucuma çıksam yetişemem.

-Sen kıla tüye, boya posa ne çok takılıyorsun be kanka.

-Üniversite yıllarında benden uzun bir kız arkadaşım vardı.  O selvi, bense maki bitki örtüsü üyelerinden biri.  El eleyken, o asfalttan bense kaldırımdan yürüyorduk yine de aradaki fark kapanmıyordu. Bu halimize çok gülüyor ikimizde kafamıza takmıyorduk. İzmir fuarında Ferdi Özbeğen konserine gittiğimiz gün oldu ne olduysa. O zamana kadar her şey iyiydi.

– Al sigara yak da öyle anlat

-Anlatacak çok şey yok. Konser alanında denyonun biri, bardakla sürahi gibisiniz deyince çok canım sıkıldı. O an kavga da edemedim. Ucunda dayak yiyip rezil olmak var. Sonra türlü bahaneler bulup ayrıldım kızdan.  Hülya, ah Hülya. Boyu boyuma denk Hülya. Ne var evlenelim diye tutturmasaydın.

-Dönüp dolaşıp Hülya’ya geliyorsun.  Evleniyor biliyorsun, kapat o defteri.

-Giderken her şeyi götürmüş de tek menekşesini bırakmış. Onu yaşatırsam geri döner umuduyla gözüm gibi baktım. Çürümeye başladı.  Ne olduğunu anlamadım. Sonra öğrendim ki haftada bir sulanırmış.

-Tamam, işte menekşenin çürümesiyle Hülya’da hayatından çıktı gitti.

Sigaram kendi kendine sönmüş konuşmaktan içmeyi unutmuştum.

-Kalkalım mı?

-Hadi kalkalım

-Nasıl gideceksin eve bırakayım seni

-Yok oğlum taksiyle giderim

Hayatımdan gelmiş geçmiş kadınları düşünürken taksi buldum. Yalnızlığımı yüzüme vuran evimin önüne geldiğimde taksimetre yüz doksan yedi buçuk lirayı gösteriyordu. Uzattım iki yüz lirayı bakalım iki buçuk lirayı geri verecek mi derken, Orhan Kemal’in İki Buçuk hikâyesi geldi aklıma. Gerçi o zamanki iki buçuk lira ile şimdiki aynı değerde miydi?

Üstü kalsın deyip indim. Taksici umursamadı bile.

Mutfak penceresinin önünde duran menekşeyi, Hülya’nın hediyesi buz mavisi gömleği çöp torbasına koydum. Çöpü atmaya gidemedim. Hepsini birden yapmak ağır geldi sanırım. Gece gece berberime mesaj yazdım

-Yarın boya randevusu yazar mısın bana?

Cevap geldi

-Saç mı?  Kaş mı?  Bıyık mı?

Kaç yıllık müşterisiyim sorduğu soruya bak diye söylendim.

-Sadece bıyık

-Sabah on iyi mi?

Şimdi çağırsa giderdim.

-İyi dedim.

Gitmek isteyip gidemediklerimi, yapmak isteyip yapamadıklarımı yarına erteleyip sabah olmasını bekledim. Uyusaydım iyiydi ama ben bekledim.

……..

En sonunda berber koltuğundayım. Koyu renk saçlarımın arasında tek tük beyazlar bana karizma katıyor. Kaşlarım inadına siyah, bıyığa gelince kimi beyaz kimi turuncu. Uyumsuzluk gözüme batıyor. Herkes mi böyle bir ben mi bu koltuğa oturunca uykum geliyor bilmiyorum. Önce boya sonra tıraşa sıra gelecek. Cenk her zaman öyle yapar.

– Ağzıma girmeye başladı bunlar kısaltıp düzeltelim.

-Ne zamandır gelmiyorsun şu bıyığın haline bak, saçaktan sarkan buzlar gibi kimi uzun kimi kısa. Usturayla sakalı ve üstleri alayım makasla boyunu ayarlarız.

Ustura Cenk’in elinde, eli yüzümde, usturanın ucu bıyığımın üzerinde tam fazlalıkları alacak kapı açıldı. Cenk donup kaldı. Aynadan geleni görünce Aaaa Özcan Deniz deyip doğruldum. Doğrulmaz olaydım. Bıyığımın boyası, yere düştü yarısı. Birazda çiziktirince kanamaya başladı. Özcan Deniz’in burada ne işi vardık ki? Soramadık tabi benim telaşımdan. Cenk boncuk boncuk terlemeye başladı. Ben kanayan yerin acısına elimi yelpaze yapıp salladım. Bu sırada ikimizde kapıdan giren beklenmedik misafire bakıyorduk. Pardon dedi çıktı. Neydi şimdi bu? Sabah olsun diye beklerken uyuyakaldım da kâbus mu görüyordum.

Olan oldu yolunmuş tavuk gibi çıktım berberden. Gelen Özcan Deniz de değilmiş, çok beziyordu ama değilmiş işte. Sonradan öğrendik yan taraftaki mağazaya girecekken yanlışlıkla berbere girmiş. En çok Mesut gülecek halime. Yeniden uzaması ne kadar sürer ki? kadınlar bu halimi beğenir mi?  Aklımdan bunlar geçerken telefonumun kamerasını açıp kendime bakıyorum. Tam o sırada sarsıntıyla beraber patırtı koptu. Çarpışmıştım hem de genç bir kadınla.

-Kusura bakmayın telefona dalmışım

-Dikkat etsene be adam

-Hadi ben telefona bakıyordum, siz niye önünüze bakmıyorsunuz hanımefendi

-Sana ne

-Yardım edeyim

-İstemez teşekkürler

-Bırakın yardım edeyim, siz sakinleşin

-Sakinim ben

 

Huysuz ve tatlı… bayılırım böyle kadınlara. Sert duruşlarının arkasında yumuşacıktır onlar. Kendilerine ördükleri huysuzluk duvarını aşabilirsem gerisi harika olur. Eğilip yere saçılan kitapları toplarken saçını savuruşu, o anda esintiyle gelen kokusuna hayran kaldım. Baktım elleri titriyor fırsat bu fırsat.

-Elleriniz öyle demiyor ama

-Aslında bende telefona dalmışım irkildim gerçekten

-Oturalım su için

-İyi olur

Hemen etrafa göz gezdirdim. En yakındaki kafeyi gösterip benimle oturması için dua ettim.

Aynı masada karşılıklı oturuyoruz. Genç, güzel ve benden kısa.  Bugün numarasını aldım aldım. Yoksa yeniden karşılaşmamız zor.

-Halil ben

-Başak, memnun oldum

-Benim kadar olamazsın

-Anlamadım

-Ne içersin

-Su demiştik

-Buraya kadar geldik kahve söylüyorum nasıl içersin

-Sade

O sakinleşirken ben heyecanlanıyordum. Kitaplardan anladığım kadarıyla arkeoloji ve antropolojiyle ilgileniyordu. Buradan bir şey çıkartmam lazım ki numarasını alayım.

-Göbeklitepe’ye gittiniz mi?

-Sonbaharda ordaydım

-Nemrut’a çıktınız mı?

-Hayır, bu bahar gitmeyi düşünüyorum.

-Bir arkadaşım var konulara ve bölgeye hâkim. İsterseniz tanıştırırım sizi.

-İyi olur aslında

-Numaranızı verin ben yemek ayarlayayım haber veririm size

Garson kahveleri getirene kadar numarayı almanın gururuyla arkama yaslandım.  Bugün başıma gelenlere küfrederken bir anda her şey tersine dönmüş Özcan Deniz’e benzeyen bıyığımın kesilmesinin müsebbibine minnet duymaya başlamıştım ki Başak’ın telefonu çaldı. Telefonun zil sesi güzeldi de arayanın kimliğini söyleyen ses kulaklarımı tırmalıyordu.

                   Kocam arıyor.           Kocam arıyor.           Kocam arıyor.

 

 

 

 

Yorum Bırak

Cart
  • Your cart is empty Browse Shop
    Select the fields to be shown. Others will be hidden. Drag and drop to rearrange the order.
    • Image
    • SKU
    • Rating
    • Price
    • Stock
    • Availability
    • Add to cart
    • Description
    • Content
    • Weight
    • Dimensions
    • Additional information
    Click outside to hide the comparison bar
    Compare