Yanaklarımdan süzülen yaşlar, un öbeğinin ortasında açtığım çukura düşüyor. Hamur gözyaşıyla mayalanır mı?
Ellerim hamurun içinde, sanki zihnimi yoğuruyor. Susmadı, susmuyor. Ahmet’le İlk buluştuğumuz güne gidiyorum.
2004 yılının baharında kıl çadırlar altında bir gözlemecideyiz. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyor, bal rengi gözleriyle bana baktıkça içim eriyor, yanaklarım kızarıyor. Taburesini alıp yakınıma geliyor. Allah’ım nasıl sakin kalırım derken garson siparişimizi soruyor. O patatesli, ben peynirli gözleme istiyorum. ‘Patatesli gözlemeyi sevemedim, ekmeğin arasına ekmek koymak gibi’ diyorum gülüyor. Gülüşü dudaklarımda yansıyor. Ben onun gözlerinde, peynir de gözlemenin içinde eriyor. Ilık esintiler kokusunu getiriyor burnuma, çaktırmadan içme çekiyorum.
Ocağın başındaki kadın, ateşe yaş çalı çırpı atınca birden ortalığı duman sarıyor, aramıza perde gibi giriyor. Gidelim buradan diyerek elimi tutuyor, bacaklarım titriyor yürümekte zorlanıyorum. Avcunun sıcaklığı bedenime yayılıyor, içimde bir şeyler dalgalanıyor.
Sonra
Ellerime yapışan hamuru fak ediyorum, tek kişilik evimin mutfağında hamur yoğururken buluyorum kendimi. Ahmet’in anısına patatesli gözleme yapıyorum. Beni bu ana getiren şehit haberi yeniden kulağıma çalınıyor.
Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine bağlı olan Dağlıca köyünde bulunan ve sınıra 4 kilometre uzaklıkta olan Komando Tabur’una terörist grubu ağır silahlarla saldırdı. Çatışmada, 12 Türk askeri hayatını kaybetti, 16 asker yaralandı.
Kaç yıl geçti üstünden hala yasta mıyım? Diye soruyorum kendime. Ben kavuşamadım sevdiğime, son bir kez elinden tutamadım, kokusunu çekemedim içime, sarılamadım doyasıya, vedalaşamadım. Kimse bakmadı onun gibi gözlerime bakmayacakta.
Derken
Gülmeye başlıyorum. Liseyi bitirdiğim yaz, yine çalı çırpıyla gözleme yaptığımız bir zaman, peynir tabağını bahçeye taşıyacağım. Kardeşim içini çeke çeke ağlarken zar zor konuşuyor, arkadaşı, temel atmak için kazılan çukurda kalmış. Oradan çıkabilsin diye bir tabure atmışlar aşağı ama boyu yetişmemiş. İşi gücü bırakıp, çocukcağızı çıkarmaya gidiyorum. Ne işin var senin orda diye biraz da kızıyorum. Yarım diliyle ‘takamı (kaka) yapmaya indim’ dediğinde kahkahayı basıyorum. Kurtarma işinden sonra ben teşekkür beklerken, O utancından yüzüme bakmadı da bende üstüne gitmiyorum.
Birden
Yüzümde ılık bir nefes hissediyorum, yumuşacık bir şey yanağıma değiyor. Gözlerimi aralayınca sabah güneşini arkasına almış sivri kulaklar, açlıktan yalvaran gözler ve usul usul dokunarak uyan diyen pembe patilerle karşılaşıyorum. Gördüklerimin bir rüya olmasına sevinerek kedime sesleniyorum.
-Günaydın Morpheus.