Gülistan Karasu
Hayat yolculuğunda ilerlemenin yolunu ararken yazmanın iyi hissettirdiğini, iyileştirdiğini keşfeden bir kâşif.

Hayat ve hayal

İki haftadır Ankara’dayım. Bu bir iş gezisi. İnsan denize kıyısı olmayan yerde nasıl yaşar? İyot kokusunu içine çekmeden aldığı nefes nasıl hissettirir? Dalga sesini dinlemeden zihni nasıl sakinleşir? Yaz aylarında nasıl serinler? Az buçuk öğrenmeye başladım.

Toplantılar, sunumlar derken dışarıyı pencereden izledim. Kaldığım yerin yakınlarını, yemeğe çıktığımda gördüm görmesine de gönlümce gezemedim. İşler bitti. Dönüşümü erteledim. Bu gri şehri tanımak istedim. Ne kadar gezebilirsem o kadar. Hiç yoktan iyidir.

Erkenden attım kendimi dışarı amacım yol almak.  Güneş doğmak üzere.  Durakta çok da acelem olmadan bekliyorum. İlk gelen dolmuşa binip, bahtıma neresi çıkarsa oraya gideceğim. Yeni yerler keşfetmenin merakıyla bakıyorum etrafıma. İşine yetişmek için gün doğmadan yola düşenler var. Bir de işinden çıkıp evine gitmek isteyenler.

Bir hengâme kopuyor az ilerde. Ne olduğunu insan duvarından göremiyorum. Kalabalık, sıra sıra yanaşan dolmuşlara kendiliğinden pay ediliyor. İşte o zaman içim cız ediyor karşımdaki manzaraya.

Dizleri üzerine çökmüş genç bir kadın görüyorum. Keşif gezisinden vaz geçip yanına gidiyorum. İyi misin diye eğilip soruyorum ses yok. Ben de yanına çöküyorum. Alkol ve parfüm karışımı bir koku çalınıyor burnuma. Ne olduğunu soruyorum yine ses yok. Bir süre ikimizde yol kenarında öylece duruyoruz.

Sonra

Yavaşça kalkıp, sen niye gitmedin diğerleri gibi diyor. Ben öylece bakıyorum karşımdaki güzelliğe. Esmer teni, kömür karası gözleri, simsiyah saçlarıyla gencecik bir kadın. O sırada gözüm yırtılmış çorabına takılıyor. 58 numara ten rengi ince çorap. Kadın aklı işte numarasına kadar söyleyiveriyorum içimden. Mini eteği, ışıltılı bluzu dikkatimi çekiyor ama yırtılmış çorabı kadar değil. Bende merak uyanıyor, tanımak istiyorum onu. Sabahın köründe tartaklanan bu kadın kimdi? Neden böyle giyinmişti? Bu kadar niye içmişti?

Yakındaki çorbacıya oturuyoruz. O anlatıyor ben dinliyorum.

Adı Fatma’ymış, Kara Fatma. Beş erkek kardeşin için de tek kız. Babası çok severmiş gözünden bile sakınırmış. Annesi laf söz gelmesin diye üstüne titrermiş. Ağabeyleri de öyle.

Ne zaman memeleri tomurcuklanmaya, dudakları dolgunlaşıp dikkat çekmeye başlamış, işler değişmiş. Okula göndermemişler. Yaşıtlarıyla görüşmemiş, hatta evden dışarı adımını atamaz hale gelmiş. Bu kadar kısıtlama, içinde engel olunamaz merak uyandırınca dışarıda olmaya özenmiş. Bir gün evde kimse yokken çöp atma bahanesiyle sokağa çıktığında Yusuf’la göz göze gelmiş. Kalbinde bir kıvılcım olmuş o anda.  Böyle böyle günler geçmiş.

On beşindeki Fatma, otuzundaki Yusuf’a kaçmış. Yaşı küçük olunca, imam nikahıyla yaşamışlar bir süre. Tabi buna yaşamak denirse. Babası; bundan sonra kocası sahip çıksın madem demiş, bir gün bile kızım nasılsın diye sormamış. El alemin diline düşmüş olmanın kırgınlığıyla.

Yusuf’un ailesi, kendi ayağıyla geldi diye pek de değer vermemiş. Koca evin işi, Yusuf’un kardeşlerinin bakıcılığı, üstüne bir de dayak olunca Fatma günden güne solmaya başlamış. Dayanamamış bu yaşadıklarına oradan da kaçmış.

Alyansını, küpelerini satıp Ankara’ya halasına gelmiş. Sığıntı olmanın mahcubiyetiyle o evinde hizmetini görmüş.

Arkadaş edinmiş kendine. Bir gece o arkadaşının doğum günü partisine katılmış.  Işıltılı mekânda otururken bir ses yükselmiş ‘beyazlar sönsün’. Ardından rengarenk oluvermiş gece.

Halası pavyona gittiğini öğrenince dövmüş Fatma’yı evden çıkmasını da yasaklamış.  Nereye gidersen ışığını da götürürmüşsün. Kader bu ya yine zulüm görünce halasının evinden de kaçmış.

Parkta sabahladığı iki gece boyunca Facebook’tan mesajlar gelmiş tanımadığı bir adamdan. Geçen bizim mekandaydın, bizimle çalışmak ister misin? diye yazmış. Fatma hayır demiş. Her seferinde. Korkmuş Fatma, o iki gece hiç uyumamış, yaşadıklarını düşünmüş, bir de yaşayacağı bilinmezlikleri.

Üçüncü gece bir adam yaklaşmış yanına, gidecek yerin yok belli gel sana yatacak yer, sıcak yemek, güzel kıyafetler ayarlayalım. Tabi bunun karşılığında ne istersem onu yapacaksın demiş. Mesajlarındaki hayırlar evet oluvermiş çaresizlikten. Kendine de söz vermiş, bir süre böyle diye.

Niyazi, kimsesiz, çaresiz kadınları bulup çalıştırmak konusunda ustaymış. Avcı misali. O yüzden Panter Niyazi derlermiş ona.

İşte o gece Panter Niyazi’yle alemin yolunu tutmuş.

Ulus’un göbeğinde, ışıltılı hayat önce hoşuna gitmiş. Yasak olan her şey serbestmiş ne de olsa. Tırnaklarını uzatmış. Saçına kaynak yaptırmış. Hatta bir ara sarışın olmuş. Onun deyimiyle patlıcana yoğurt dökmüş gibi görününce kendi saç rengine geri dönmüş. Süslenmiş Fatma makyaj yapmış, bu ona en başından beri eziyet gelmiş. Gözünü ovuşturma ihtiyacı duyuyormuş da ardından panda yavrusuna dönüyormuş. Alışmış sonra yüzündeki bu porselen maskeye. Diğer kadınlar kendilerini iyi hissetmek için makyaj yaparmış ama Fatma ona bakanlar iyi hissetsin diye yapıyormuş. Zaten kendi için ne yapmış.

Gündüzü hiç görmemiş yıllarca. O’nun gökyüzü hep lacivertmiş.  Çok erkekle içki masalarında oturup sohbet etmiş de birine vurulmuş. Sevmiş hem de çok sevmiş. Gebe kalmış ondan ama adam çocuğu istememiş. Öz ailesi yaşananlardan dolayı reddettiği için kimsesi yokmuş. Bu dünyada tutunacak bir dalı olsun istemiş ve kızını doğurmuş.

Gebeliğinde ve doğumdan sonra bir süre çalışamamış tabi. Çocuğun babası da terk edince, Panter Niyazi’ye borçlanmış. Hem de öyle böyle değil.  Azar azar ödemeye çalışıyormuş borcunu. Niyazi daha fazlasını istiyormuş. Bu sabahki hengâme elindeki parayı kaptırmamak içinmiş. Tam taksiye bineceği sırada kıstırmış da işten çıktığından beri kaçıyormuş.

Bunları anlatırken gözlerinden akan hayal kırıklıları elinde sıkı sıkı tuttuğu cüzdanına damlıyor. Elinin tersiyle yüzünü silerken makyajı dağılıyor ama umurunda bile değil. O anlatmaya devam ediyor ben dinlemeye.

Kızı şimdi beş yaşındaymış, Fatma otuzlarında. O’na; hasret kaldığı Güneş ismini vermiş. Bir gün buralardan gidip, sahil kasabasında yaşama hayali varmış. İşte o zaman denizi de olacakmış.

Kahvaltıyı beraber hazırlıyorlarmış. Günün kalanında Fatma uyuduğu için bu zamanı iyi değerlendirmek istiyormuş.

                  Tavaya kırdıkları yumurta çift sarılı çıkınca kızının el çırparak gösterdiği sevinç, Fatma’da umut ışığına dönüşüyormuş. Yumurtanın beyaz kısmına da kocaman gülen ağız yapıyorlarmış. Sarı gözlü gülen surat ikisini de doyuruyormuş.

Okutacakmış kızını, ne olursa olsun sahip çıkacakmış. Koruyup kollayacakmış. Merak ettiği şeyleri; bak kızım şunu şöyle yaparsan böyle olur, bunu böyle yaparsan şöyle olur   diye kendi anlatacakmış da kurda kuşa yem etmeyecekmiş.

Yasaklar koymayacakmış da vakitler koyacakmış kızının isteklerine.

Ruhuna yük olan yaşanmışlıklarını, lacivert gökyüzüne bakarak kurduğu aydınlık hayallerini ve içindeki umudu bir çırpıda anlatıp bitiriyor. Saçına çeki düzen vermeye, dağılmış çatasını toplamaya başlıyor.

Masadan kalkarken;

Güneş beni bekler bir taksi çevireyim, bacım sen beni dinledin çorbalar benden’ diyor ve gözden kayboluyor.

Bense öylece bakakalıyorum ardından.

 

 

 

 

 

Yorum (2)

  • Yılmazmış

    7 Aralık 2024

    Hayatın içinden bir o kadar da sıcacık. Umutsuzluk ve umut, çaresizlik ve çözüm bir arada. Bir kadına kadınca bir yaklaşım, baze sadece dinlenilmek ister insan anlaşılmak için
    çok güzel bir anlatım olmuş kutluyorum.

  • Neşe

    8 Aralık 2024

    Evet ülkemizin acı gerçeği, kadına insan gibi bi bakabilsek… yüreğine sağlık arkadaşım👏👏

Yorum Bırak

Cart
  • Your cart is empty Browse Shop
    Select the fields to be shown. Others will be hidden. Drag and drop to rearrange the order.
    • Image
    • SKU
    • Rating
    • Price
    • Stock
    • Availability
    • Add to cart
    • Description
    • Content
    • Weight
    • Dimensions
    • Additional information
    Click outside to hide the comparison bar
    Compare