Kadim zamanlardan bugüne ulaşan hikâye anlatıcıları; tapınak, manastır, kilise gibi yapıları gördüğümüzde hayran kalmamak mümkün değil. Tarihsel ve teknik bilgiler tam anlamıyla aklımızda kalmasa da hissettirdikleri ve tesiri iz bırakır hafızamızda. Onca çaba, ince işçilik, kıymetli madenlerden yapılmış tablolar…
Tüm bunların sebebi nedir? Aşkın ilahi olanı.
Gezip gördükçe, hikayelerini dinledikçe sorgulamaya başlarız kendimizi.
Biz tapınağımızı inşa edebilir miyiz?
İnce ince işleyip süsleyebilir miyiz?
Kendimizi adarcasına sevgimizi gösterebilir miyiz Allah’a?
Bu ve benzer sorgulamaların ardından şahsi, ince işçilikli tapınağımızı keşfederiz.
Avcumuz kadar kalbimiz.
Şahsi tapınağımızın kapılarını Allah’ın yarattıklarına açmadan, Allah aşkına ulaşabilir miyiz?
Bunca soru zihnimizde üşüşürken tıkanır kalır, ne yapacağımızı bilemeyiz. Hatırlarız sonra etiketsiz aşkla yıktığımız duvarları. Geriye kalan, duvarlarımızın olmadığını göstermektir. Ürkek ve soğuk halimizle tanınmış olmanın tersine değiştiğimizi gösteriveririz bir sohbette.
Bizi izlediği kadar izler, sustuğumuz kadar dinleriz.
Şehrin ışıkları altında olanı herkes anlatır, Onun bize yıldızların altında olanları anlatmasını bekleriz.
Susarız…
Sonra bir anda kalbimizdekiler dilimizden dökülüverir dinleyenin karşısında. Öyle ki anlatmak, dinleyen varsa kıymetlidir.
Gecenin ayazında rüzgarla salınan gelincik çiçeği gibi titrek, savruk bir o kadarda halimizden memnunuzdur.
Zaman geçer bir yerde yeniden buluşuruz. Onun ne hissettiğini bilmeden ne hissettiğimizden emin oluruz. Neyi özleyeceğimizi bilmek isteriz ve sarılmanın hangi hali olduğunun adını koyamadan tüm kalbimizle sarılırız.
Suskunluğumuz azalır, gülümseme yüzümüzde iz bırakır, etiketsiz aşkın uyandırdığı duygular dolar taşar, kalbimizin kapılarını açıveririz de cezb oluruz.
Aşkın bu cezbe hali evimizde sürgünmüşüz hissi uyandırır. Sırtımız ormana yaslı, yüzümüz denize dönükken bozkırı özleriz.
Tüm bu olup bitenler karşımızdakini anlamak mı kurgulamak mı bilinmez. Bildiğimiz tek şey biz artık eski biz değilizdir.
Unutulursun
Hiç var olmamış gibi
Unutulursun
Bir kuşun ölümü gibi
Unutulursun
Terk edilmiş bir kilise gibi
Unutulursun
Geçici bir aşk gibi
Ve karda bir gül gibi, unutulursun
Mahmud Derviş.
Belki aynı yıldıza bakıyor
Belki sigaramızın dumanını çekiyoruz ciğerlerimize aynı anda.
Şiirler yazıp okuyamıyor
Mesajlar yazıp siliyoruz.
Belki unutuyor, unutuluyoruzdur Mahmud Derviş’in şiirindeki gibi
Aklımıza düşüverir birden bu hallere neden geldiğimiz. Şahsi tapınağımızı Allah’ın yarattığına açmışızdır bir kere.
Yaşadıklarımız bizi nereye götürüyor derken, İbn Arabi’nin dizelerini hatırlarız. Bizim iki sayfada kıvrana kıvrana yazmaya çalıştığımızı, O cüzlerce ince ince anlatmıştır da buraya ancak bu kadarını sığdırırız.
Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu suçlardım.
Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık…
O artık ceylanlar için bir çayır,
Keşişler için bir manastır,
Puta tapıcı için bir mabet,
Hacı için bir Kâbe,
Tevrat levhaları,
Kur’an kitabıdır.
Ben aşk dinini vazediyorum.
ve hangi yöne yönelirse yönelsin,
Bu din benim dinim,
Benim imanımdır.
Fotoğraf: Kadim Rotalar